Borçlanarak büyüyoruz, farkında mısınız fa-kir-le-şi-yo-ruz!
Bilmem farkında mısınız?
Refah içinde yaşadığımızı zannederek, kendimizi tatlı rüyalarda uyumaya alıştırdığımız bu ortamda; borçlanarak yaşıyoruz.
Borçlu insanların çoğunlukta olduğu bir toplum zenginleşiyor mu, yoksa yoksullaşıyor mu?
Biraz eski zamanlara gidelim… 1980 yıllarından beri uygulanmaya başlanan ve Turgut Özal dönemi ile de devam eden, sözde Serbest Piyasa Ekonomisi, gerçekte “sıcak para”ya dayalı, yani borçlanmaya, yani üretim yerine tüketime dayalı bir ekonomik modelin sonucudur bugün yaşadıklarımız.
Genel olarak ekonomiye baktığımızda, Avrupa Birliği’ne (AB) girmek iddiası ile Gümrük Birliği’ne katıldık.
Yani AB ile gümrükleri kaldırdık. AB dışındaki ülkeler için AB’nin koyduğu gümrük tarifesini aynen kabul ettik. Oysa ki; o tarife Fransa ve İngiltere için, onlara göre yapılmış bir tarifeydi.
Ardından, kötü yönetimle çıkmaza giren ekonomiye “Kurtarıcı” olarak Kemal Derviş getirildi.
Kemal Derviş, faizleri yükseltti ve dövizi ucuzlattı. 15 günde 15 yasa ile üretim kuruluşlarının köküne kibrit suyu döküldü adeta.
Şimdi oluşan tabloya bakar mısınız?
Gümrükler açık ve döviz ucuz. Sonuçta, Türkiye ucuz mallarla doldu. Sanayi üretimi büyük ölçüde tahrip edildi.
Ardından da yetişmiş sanayi bürokrasisi, Sümerbanklar, Süt Endüstrisi Kurumu, Adanamızda ise Çukobirlik gibi dev bir kurum tasfiye edildi, üreticiler ortada bırakıldı.
Esas darbe ise, 2002’de iktidarın değişmesi ile birlikte özelleştirme; yani kamu kurum ve kuruluşlarının yok pahasına satılmasıyla geldi.
Bunların en değerlilerini yabancılar satın aldı.
Türkiye’de mallar bollaştı her taraf ucuz Çin malları ile doldu fiyatlar artmıyor.
Arkası birçok tehlike ile dolu bir sistem içerisine, insanlar bol paraya kavuştu, refaha ulaştıklarını zannettiler, arabalar, evler satın aldılar borç-harç içinde.
Bir taraftan da borçlar dağ gibi yükselmeye başladı. Hem iç, hem de dış borçların toplamı hızla artmaya başladı.
Üstelik bunlar olurken elde avuçta var olan değerlerimizi satmaya devam ediyorduk.
Düşünelim; adamın babası ölmüş, ilk yaptığı iş evdeki eşyaları, tarla tapan ne var ise satmaya başlıyor.
Oysa o zamana kadar baba bir şekilde idare ediyordu.
Oğul ise eldekileri satıp harcıyor ve zenginleştiğini zannediyordu. İşte Türkiye de böyle bir durumda maalesef.
Evdeki malları satıyoruz, dışarıdan borç alıyoruz ve büyüyoruz sadece (!) Ama bir türlü kalkınmıyoruz.
Üstelik her yıl dışarıdan 60-70 milyar dolar borç alıp, faiz ödüyoruz.
Sahte, aldatıcı, tehlikeler içeren bir büyüme…
Fabrika yok, üretim yok. Piyasalar sıcak paranın esiri olmuş durumda.
Üretimsizlik ve karsızlık söz konusu, büyük firmalar finansman gideri adı altında yıllık kazançlarının önemli bir kısmını bankalara faiz olarak ödüyor.
Bu durumda ekonomi büyür mü?
Sata sata kamuya ait ne var ise satıldı. Şimdilerde ise elde kalan hizmet kurumları satılmaya hazırlanıyor.
Sıra özel sektörün elindeki tesislerin satılmasına geldi!..
Bu durumda Türkiye fakirleşiyor farkında değil.
Gelirini artırdığını sanıyor ancak neyi var neyi yok satarak!…