Ekonomik krizin anatomisi
Ticaretle uğraşanlar bilir.
Kazancından fazlasını harcayan tüccar, sonunda iflas eder.
Bu söz, ticaretle uğraşan herkesin kulağındaki küpe gibidir.
Hane halkı için de, sıradan vatandaş için de aynı şey geçerlidir.
Herkes kazancı kadar harcamalıdır.
Atalarımız boşuna söylememi, “Ayağını yorganına göre uzat” diye.
Ticaret ile uğraşanlar, şimdilerde sıcak paranın vermiş olduğu rahatlık içinde kişisel harcamalarını kontrolsüz bir şekilde artırmış, borçlu konumda iken gelsin Mercedes’ler, alınsın ultra lüks konutlar, sınırsızca harcamalar.
Aynı konu sıradan vatandaş için de geçerli. Bankaların ellerine tutuşturmuş olduğu kartlarıyla lüks yaşam özlemi bir araya gelince; sonuç elde edilmemiş gelirlerin harcanması, geleceğin ipotek altına girmesi ve içinden çıkılmaz hal alan borç sarmalı.
Bütün bunlar olurken; her iki kesim de refahının arttığı yalanlarına inanmakta ve inanmaya devam etmektedir.
Türkiye Mercedes’iyle gezen beş parasız tüccar gibi gelirinden fazlasını harcayıp, borçlu yaşayan ve halkın yüzde 50’sinin de bunu refah olarak algıladığı bir ülke haline getirilmiştir.
Şimdi bir aile düşünelim; bütçesi her sene yüzde 6 açık veriyor ve bu aile bu açığını da borç alarak kapatıyor veya evdeki halıyı satıp panjur yaptırıyor.
2000 yılında kredi kartı borç oranı; gelirimizin yüzde 5’ini oluştururken şimdilerde ise kredi kartı borcu; gelirimizin yüze 50’sini oluşturmaktadır.
Dışarıdan alınan borçla konut ve AVM yapıyoruz.
Borçları üretim yerine, beton ekonomisine yatırınca bugünlere geldik.
Ekonomi yönetimi ya müteahhitleri kurtarma peşinde ya da borçlarını öteleme peşinde.
Beton ekonomisinin ya da “Bl karayı, al parayı” ekonomisini yönetenler artık çıkmazdalar.
Üretime dayanmayan, katma değer yaratmayan ekonomi çıkmazlara saplanır.
Merkez Bankası’nın yapay faiz politikasıyla halka harcaması ve borcunu ödemesi için kredi veriyoruz.
Verilen krediler de ya borç ödemede ya da lüks tüketimde kullanıldı.
Yüzde 70 tüketimden kaynaklanan büyümeyi, halka refah diye sunuyorlar.
Sağlıklı ekonomilerde büyüme; rekabetçi üretim, araştırma, geliştirmeye dayanır.
Üretimden ziyade emlak, inşaat, ranta dayalı dış borçla büyüyen bir ekonomide kriz kaçınılmaz bir sondur.
Çünkü halı altına sürüklenen dış borçların, artan dolar ve faiz ile ekonominin altına mayın döşeyenler, şimdilerde ise o mayın tarlasında oturmuş, çaresizce bekliyorlar ve oradan büyüme masalları anlatmaya devam ediyorlar.
“Görünen köy kılavuz istemez” denilir genelde ama görünen köy kılavuz ister hem de çok iyi bir kılavuz!..