Altın Koza umutsuzluğa verildi!
Adana’daki film festivalinde, ‘barış!’ söylemi dillendirildi, Can Atalay’a özgürlük istendi. Ulusal Uzun Metraj’da en iyi film ödülü; sürekli ağlayan, en ufak sıkıntıyı ‘felaket’ olarak değerlendiren gençlerin konu olduğu filme verildi
30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali için Adana’ya ayak basınca Orhan Kemal’in müthiş roman karakterleri; Yusuf’u, Köse Hasan’ı, Pehlivan Ali’si geliyor insanın aklına. Bir de boyun eğmeyen kadınları Cemile, iplikhanede çalışan işçi kızlar, Ayşe’yi düşünüyor insan. Bu toprakların gerçekçi yazarlarının mücadeleci, dayanışmayı, bazen de kavgayla bir arada duran roman kahramanları bizimle beraber dolaşıyor sokaklarda. Hayatın onca yokluğuna rağmen, bir arada olup hayata gülümseyen güzelim insanları…
Oysa şimdi, ufak tefek sıkıntıları dert edinip, içine kapanan, yalnızlıkları içine sıkışmış, çaresiz gençlerin konu edindiği film ödül alıyor, bu topraklarda…
İNANIR’IN BARIŞI!
18-24 Eylül tarihleri arasında düzenlenen 30. Altın Koza’da 20 yabancı film gösterildi. Çokça yerli film ve belgesel de ilk kez burada izleyiciyle buluştu. Filmlerin yanı sıra pek çok ödül de verildi.
Bunlardan biri de Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılı nedeniyle verilen “Sinemamızın Yüzü” ödülüydü. Ödüller Türkan Şoray ve Kadir İnanır’a verildi.
Kadir İnanır, törende “2013 yılından beri benim ağzımdan barıştan başka hiçbir şey çıkmadı” diye başladığı konuşmasını; “Yaşasın tam bağımsız Türkiye” diye bitirdi. Peki neden 2013? Bu tarih açılım sürecinin başladığı yıl. Demokratik açılım veya Kürt açılımı, olarak anılan bu dönemde Türkiye-PKK çatışmasını çözmeye yönelik olarak AK Parti Hükûmeti tarafından başlatılan süreçti. Kadir İnanır tarih vererek ve “barış!” diyerek malum yerlere selam gönderiyordu.
Peşinden ödül vermek üzere Barış Atay sahneye davet ediliyor. Atay, Türkiye İşçi Partisi (TİP)’den milletvekili adayı olmuş, seçimde meclise giremeyince doğduğu yer olan Almanya’ya yerleştiği ve orada tiyatro yapacağı iddia edilmişti.
Ardından ödül almak için sahneye gelenler, sansürü kınıyor ve Cezaevindeki TİP Hatay Milletvekili Can Atalay için özgürlük istiyordu. İnsan “Ne alaka” demekten kendini alamıyor.
Bütün bunların içinde, yüreklere su serpen, heyecanlandıran bir konuşmayı, sinemanın yüzü seçilen Türkan Şoray yapıyor. Kadir İnanır’dan sonra konuşan Şoray; “Büyük Atatürk’ün Cumhuriyet ile birlikte kadınlara verdiği haklar sayesinde ben bu ödülü aldım. Bir Cumhuriyet kadını olarak Atatürk’e çok şey borçluyuz. Minnetlerimle.” dedi.
FESTİVALİN İKİ ODAK NOKTASI
Festival izleyicisi, iki önemli olaya kilitlenmişti. Birincisi, Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’da Altın Palmiye için yarışan ve oyuncu Merve Dizdar’a ödül kazandıran “Kuru Otlar Üstüne” filminin ilk gösterimi, diğeri de bu yıl Altın Koza’yı alacak film.
Tabii bunların dışında da izlenecek çok film vardı. Biz de yabancı filmler yerine mümkün olduğu kadar yerli film seyretmenin daha doğru olacağına karar veriyoruz. Tesadüf bu ya izlediğim ilk film festivalde en iyi film seçilen, “Sanki Her Şey Biraz Felaket” oldu. Felaket kelimesini görünce doğal olarak toplumsal bir felaketin konu edindiğini düşünüyoruz. Ülke olarak o kadar çok felaket yaşadık ki…
AH BUNLAR NE BÜYÜK FELEKETLER!
Depremler, seller… Doğal olarak oralarda yaşanan felaketlerin insan hikâyeleri üzerinden anlatıldığı bir hikâye bekliyoruz. Ama film, İstanbul’da yaşayan yirmilerinde dört genci konu ediniyor. Yalnızlık ve gündelik haberlerin getirdiği endişelerle baş etmeyen üniversite öğrencisi Zeynep. Kendine bir gelecek göremediği için Türkiye’den gitmenin yollarını arayan ev arkadaşı Ayşe. Evli bir mühendis olan Mehmet, ortalamanın üstü bir hayat yaşamasına rağmen bundan bir türlü tatmin olamazken, ilkokul arkadaşı Ali’nin işsiz olduğu için ailesinin evinden ayrılamamanın sıkıntısı yansıyor perdeye. Bu gençlerimiz sürekli ağlıyorlar, hem de katıla katıla…
Filmi seyrederken, ruhunuz sıkılıyor, kendinizi dışarı atmak istiyorsunuz. Birinin derdi, çok arkadaşı var, ama kendini yalnız hissediyor. Bir de gündelik haberler canını çok sıkıyor. Bu yüzden, kukumav kuşu gibi bir battaniyeye sarılı olarak yaşıyor ve habire ağlıyor…
İkinci kızımız, Türkiye’de kendine bir gelecek görmüyor ve yurtdışına gitmeye çalışıyor. Bu yolda kendini başka biri gibi gösterip, yine kendini başka biri gibi gösteren mühendisten çare umuyor. Diğer gencimizin sıkıntısı da ailesinin yanından ayrılıp ayrı ev tutacak parasının olmaması. Ne yapsın o da kendini şans oyunlarına veriyor. O da sürekli ağlıyor. Ah bunlar ne büyük felâketler! “Bu mu bizim gençliğimiz”diye sorasınız gelir? Bu kadar umutsuz mu? Film boyunca bırakın umut, umudun kırıntısına dair bir ibare yer almıyor filmde.
UMUTSUZLUK DA NORMALLEŞTİRİLİYOR
30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin, 11 filmin yarıştığı Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması kategorisinde en iyi film ödülü, bu anlattığım Umut Subaşı imzalı “Sanki Her Şey Biraz Felaket” adlı filme verildi. Subaşı aynı zamanda En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo ve SİYAD Cüneyt Cebenoyan En İyi Film ödüllerini de aldı.
Filmin yönetmeni Umut Subaşı, 1990 yılında Ankara’da doğmuş. Lisans eğitimini Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinin Film Tasarım Bölümünde tamamlamış bir yönetmen. Umut umutsuzluğun filmini çekmiş. Peki, mutsuzluk, çaresizlik neden ödüllendirildi? Umutsuzluk da artık normalleştiriliyor. Bu filmi izleyen karamsar bir gencin, bir amaç-hedef arayıp o karamsarlıktan çıkmak yerine, “ama böyle olmak normal, bak herkes böyle” deme ihtimali çok yüksek.
‘KURU OTLAR ÜSTÜNE’
Merve Dizdar’a Cannes’ta ödül kazandıran Kuru Otlar Üstüne filmi, ücra bir kasabada yaptığı zorunlu görevini tamamlayıp tayin olmayı bekleyen bir öğretmenin hikâyesini konu ediyor. Genç bir öğretmen olan Samet, Doğu Anadolu’da zorunlu görevini yapmaktadır. Onun en büyük hayali, zorunlu hizmetini tamamlamasının ardından İstanbul’a tayin olmaktır. Ancak meslektaşı Kenan ile birlikte iki kız öğrenci tarafından asılsız bir şekilde tacizle suçlanınca Samet’in hayalleri paramparça olur. Yaşadığı sıkıntıların üstesinden gelmesine yardımcı olabilecek başka bir öğretmen olan Nuray ile tanışınca işler değişir.
Film birçok mesaj vermeye çalışmış. Ama mesajlar net değil. İzleyiciye ne demek istediğimi sen ara bul denmiş adeta… Karakterlerden biri dağa çıkmak istediğini söylüyor. Karşısındaki de “yıllardır bunu söylüyorsun, çık da biz de kurtulalım” diyor. Bunu anlıyoruz malum. Merve Dizdar’ın oynadığı Nuray karakteri, canlı bombalı bir saldırıda ayağını kaybeder. Canlı bombalı eylemin kimler tarafından yapıldığını da anlayamıyoruz. Tam burada filmin gidişatı içinde biraz da eğreti duran, Alevilik giriyor senaryoya. Nuray alevidir çünkü…
Öğretmenler odasında konuşan bir öğretmen, köylülerin hep Kürtçe konuştuğunu söyler. Ama biz orada yaşayan insanları filmde göremiyoruz.