Döviz işgaline son; TL’yi güçlendirelim
Türkiye kısa vadeli dış sermaye akımlarına bağlı büyüme modelini terk etme kararı aldı. Serbestleşme dönemi ile iktidarların kolay yoldan finansman bulduğu bu modelde Türk lirası piyasadan dışlandı. 2022 Türk lirasına dönüş yılı olmalı.
RECEP ERÇİN
Türkiye sözüm ona “70 cente muhtaç olduk” denilerek sokulduğu kuralsız serbestleşme döneminden bu yana birçok kez dış kaynak ihtiyacı yüzünden IMF kapısına gitmek ve ekonomisinin kozmik odalarını açmak zorunda kaldı. Ekim 2021 itibarıyla Türkiye 123.9 milyar doları rezerv varlıklar olmak üzere 306.8 milyar dolarlık bir yurt dışı varlığa sahip. Ancak bu serbestleşme dönemi bir yandan yurt dışı varlıkları artırırken diğer yandan yurt dışı yükümlülüklerin de hızla yükselmesine neden oldu. Yine aynı dönem itibarıyla 104.3 milyar doları yabancıların portföy yatırımları, 189.4 milyar doları da kredilerden oluşmak üzere ülkenin yurt dışı yükümlülükleri 562.5 milyar dolar. Bugün dükkanı kapatıyoruz desek 255.7 milyar dolarlık döviz açığımız var. BDDK kayıtlarına göre 23 Aralık 2021 itibarıyla bankacılık sistemi üzerinden kullandırılan kredilerin yüzde 39.1’i yabancı para cinsinden. Toplam mevduatların ise yüzde 61.8 yabancı para cinsinden. Bilanço dışında yer alan gayrinakdi kredi ve yükümlülüklerin de yüzde 65.6’sı yabancı para cinsinden.
DÖVİZ İŞGALİ NE ZAMAN BAŞLADI?
Doğu Perinçek de “Üretim Devrimi” kitabında şu önemli tespiti yapıyor: “11 Ağustos 1989 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Kararname, yabancı paraların yurt içinde alınıp satılması, serbestçe dolaşıma tabi olması ve bankalarda açılan mevduat hesaplarında serbestçe değerlendirilmesi rejimini getirdi. Bu düzenleme sonucu özelikle Amerikan doları ve başta avro olmak üzere Batı Avrupa para birimleri piyasalarımızı işgal etti ve Türk lirasını kenarlara sürdü. Böylece Serbest Kambiyo Rejimine geçildi.”
Gerçekten de bu geçişle birlikte Türk lirası yıllar içerisinde fiyatlamalarda etkinliğini kaybetti. 200 sonrası dönemde kamu kaynakları satılarak elde edilen döviz gelirlerinin yanında yüksek pozitif reel faizle kısa vadeli dış sermayeye sunulan cazip getiriler sayesinde ülkede döviz bolluğu yaşandı ve Türk lirası aşırı değerli hale geldi. Bu süreçte enflasyon dünyaya oranla yüksek olduğu halde TL’nin suni olarak değerli tutulması, ithal tüketim mallarının yanında ithal ara mallarının da iç pazarda yaygınlaşmasıyla neden oldu. En önemli dış açık kalemi olan enerjinin yanında ithal ara malına bağımlı ihracat yapısı ekonomiyi dış kaynak olmadan büyüyemez hale getirdi. Böylece TL’nin en güçlü olduğu paradan altı sıfırın atıldığı 2006-2012 döneminin (TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru ortalama olarak 110-120 bandından seyretmiştir.) zirve noktasında bile mevduatlardaki dövizin payı yüzde 30’dan aşağı düşmedi.
ÇİFT KUR SİSTEMİNDEN ÇIKILMALI
Bu yüzden ekonomi yazarı Ege Cansen’in öteden beri dile getirdiği üzere Türkiye’de çift kur sistemi hasıl oldu. Ege Cansen yazılarında bu durumu şöyle yorumluyor: “Bir ulusal paralar vardır o ülke dışında başka yerde kullanılmaz. Bir de döviz olanlar vardır. Ekonomimiz ‘çift paralıdır’; para birimi döviz olan ‘tek paralı’ ekonomilere benzemez; dolayısıyla faiz, kur, enflasyon ilgileşimleri, bu zemin üstünde analiz edilmelidir.”
Türkiye gerçek anlamda uzun dönemli bir finansal istikrarı piyasalarında tesis edemediği için bu çift kur hatta altın varlıklarını da eklersek üçlü kur sistemine maruz kaldı. Nedir? Sizin merkez bankanız uyguladığı para politikası ile TL’nin nüfuz ettiği alan kadar söz sahibi olabiliyor. Oysa yukarıda da aktardık dövizin nüfuzu ekonomimizde çok fazla. Bu yüzden Amerikan Merkez Bankası FED’in ve Avrupa Merkez Bankası’nın para politikaları bizim ekonomimiz üzerinde sadece ticaret kanalından değil doğrudan döviz varlıkları ve buna bağlı fiyatlamalar nedeniyle de etkin. Bunun elbette bir de yastık altı denilen sistem dışındaki varlıklar kısmı söz konusu.
YEREL PARALARLA TİCARET ŞART
Türkiye 80’lerde içine çekildiği kuralsız serbestleşme dönemi ile birlikte, son 3-4 yıla kadar, ekonomisinin kaderini mutlak surette kısa vadeli dış sermaye akımlarına bağlı kıldı. 2018’den bu yana ise ciddi bir dümen kırma durumu görüyoruz. Ancak daha öncesinde 2008 küresel finansal krizinde de Japon yeni tarafında yaşanan mağduriyetler sayesinde vatandaşların dövizle borçlanmasının önüne geçilmiş, 2018 kur şokundan önce döviz geliri olmayan şirketlerin dövizle borçlanmaları sınırlandırılmış, Müstafi Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak döneminde forex piyasalarına getirilen düzenlemelerle kaldıraçlı işlemlerle TL’nin speküle edilmesinin bir nebze önüne geçilmeye çalışılmıştı. 2019-2020 döneminde TL’nin konvertibilitesini azalmak uğruna spekülatif hareketleri kısıtlayacak adımlar da atılmış daha sonradan burada eski düzene geri dönülmüştü. Bu süreçte dövizin ekonomi üzerindeki etkisini azaltmak amacıyla Çin başta olmak üzere ülkenin dış açık verdiği ülkeler nezdinde yerel paralarla ticareti artırma girişimleri meyvelerini verdi. Birçok ülke ile SWAP anlaşmaları tesis edilirken TL’nin dış ticaretteki kullanım tutarı her geçen yıl artıyor.
‘NE İŞİN VAR DOLARLA’ DEMEK YETMEZ
Gelinen noktada gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerek Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati ve daha önce Berat Albayrak tarafından ifade edilen “sıcak para istemiyoruz” söylemi esasen Türkiye’nin artık kısa vadeli dış sermaye akımlarına bağlı olmadan üretim ve ihracat ekseninde bir yola girdiğinin ilanı. Şu halde geçen üç yıllık süreçte belli tasarruflarla ortaya konulan bu iradenin en önemli bacağı Türk lirasına dönüş. Bu noktada Cumhurbaşkanı da 25 Aralık 2021’de yaptığı konuşmada “Benim Türk liram varken ne işin var senin halen yok dolardı, yok avroydu. Türk lirası, Türk lirası, alışacaksınız buna!” mesajı verdi.
Cumhurbaşkanı’nın bu haklı çıkışını ve çağrısını destekleyecek bir takım adımların atılması gerekiyor. Yakın zamanda devreye alınan kur korumalı vadeli mevduat hesabı tasarruflar anlamında dövizden TL’ye geçişi teşvik edecek olsa da bu aslında çift kur sisteminin zorunlu tuttuğu bir adım oldu. Milli iktisadı tesis etmek için MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin de daha önce ifade ettiği üzere yerli ve milli bir kambiyo tesis edilmesi gerekiyor. (Kaynak: Aydınlık)