Ertuğrul Özkök, Ahmet Hakan ve orta yolculuk / Utku Reyhan yazdı
Ertuğrul Özkök, Ahmet Hakan ve yönettikleri Hürriyet gazetesi geleneksel olarak ABD dostu bir çizgi izler. Amerikancılık bazen açık yapılır bazen de sırıtan bir orta yolculukla kitlelere iletilir.
ABD’nin Afganistan hezimeti ile birlikte bu kimlikleri yeniden hortladı.
2001’DEN 2021’E
2001 Ekiminde ABD Afganistan’ı işgale başladığında Hürriyet’in manşetlerinde güller açıyordu. Demokratik dünya, terör yatağı Afganistan’ı “kurtarıyordu”. Hürriyet’i okuyanlar “eğer siz barbarlıkta ısrar ederseniz Amerika da gelir dümdüz eder” mesajını alıyordu. Hürriyet ABD işgalini, ABD basınından daha büyük bir coşkuyla karşılamıştı.
Hürriyet 20 yıl sonra ABD’nin Afganistan yenilgisi karşısında hâlâ ABD’den yana yayın yapıyor. Elbette bu kez açıktan yapamıyor. Son 10 gündeki birinci sayfalarına bakın ne demek istediğimizi anlarsınız. 20 yıldır uygulanan ABD zulmünü hiç görmeyen Hürriyet, 10 gündür “Taliban zulmünden kaçanlar” haberleri yapıyor. ABD’nin köklü gazeteleri, dergileri dahi “yenildik” manşetleriyle çıkarken Hürriyet hâlâ “bebek kurtaran ABD askerleri” manşetlerini tercih ediyor. Evet, Hürriyet’in sayfalarına bakarsanız “vicdanlı” ABD askerleri 2001’de de bebek kurtarıyordu 2021’de de.
ATATÜRK GARDIROBU
Şüphesiz gazeteleri bir kâğıt parçası olmaktan çıkaran şey, üzerinde yazılacakları belirleyen sermaye sahiplerinin ihtiyaçları ve onların profesyonellerinin tercihleri. Hürriyet’in tepesinde bulunmuş Ertuğrul Özkök ve Ahmet Hakan’ın, Sayın Doğu Perinçek’in Afganistan konusundaki görüşlerine karşı takındıkları “hiddetli” tavrı bu açıdan değerlendirmek gerekir.
Perinçek, ABD’nin Afganistan’da yenildiğini söyledi. Afgan Halkının, beğenin ya da beğenmeyin Taliban önderliğinde bir istiklal mücadelesi verdiğini söyledi. Türkiye’de Mustafa Kemal gibi bir önder çıkaran milli mücadelenin, Afganistan’da ise Taliban çıkardığını söyledi. Aradaki farkın ülkelerin gelişmişlik düzeyiyle ve tarihsel birikimiyle ilgili olduğunu belirtti. İkisinin de istiklal savaşı yaptığını ancak önderliklerinin birbirine nesnel nedenlerden ötürü benzemediğini ifade etti. Baştan sona bilimsel ve tarihsel bir değerlendirme.
Özkök ve Hakan vakit kaybetmeksizin “gardıroba” girerek Atatürkçü kıyafetlerini üstlerine çektiler. “Vay efendim” dediler, “nasıl olur da Taliban Atatürk’e benzetilir”.
ABD’nin yenilgisini bir türlü kabullenemiyorlar. Hâlbuki bu nesnel bir olgu. Biraz ABD ve İngiltere basınını izleseler bunu görecekler. ABD yenilgisi Vaşington’dan görüldüğü gibi Pekin’den, Moskova’dan, Tahran’dan, Brüksel’den, İslamabad’dan da görülüyor. Kiev gördü ve telaşa kapıldı. Seul ve Prag “ABD’ye güvenemeyiz” demeye başladı. ABD’ye güvenerek “Bağımsız Kürdistan”, “Bağımsız Tayvan” hayali kuranların zihinlerindeki soru işaretleri artık dillerine vuruyor. Özetle, ABD’nin yenilgisi uzaydan bile görünüyor ama anlaşılan Bağcılar’daki Demirören medya kampüsünden görülemiyor.
Buna karşın Ahmet Hakan, “hem ABD yenildi mi bakalım” yazıları döktürüyor. Neymiş, ABD ve Taliban masaya oturmuşmuş. Yani demek istiyor ki, “ABD yenilmemiştir, o hiç yenilir mi ya, deli misiniz, kendisi bırakmıştır Taliban’a. Yoksa Taliban kim oluyor, yer miyiz biz bunları…”
Peki, Ahmet Hakan her savaşın masada bittiğini bilmiyor mu? Biz de Lozan’da, savaştıklarımızla, yenilgiye uğrattıklarımızla masaya oturmadık mı? Kadeş anlaşmasından bu yana böyle yürümüyor mu işler? Gerçeği Biden söyledi, onu da anlamadı mı? Bir ay önce, besledikleri sözde Afganistan ordusu için “şahane ordu kurduk, 300 bin kişiyi eğittik donattık, biz çekileceğiz ama onlar Taliban’ı yenecek güçte” dedi mi? Dedi. Ülkeyi kendi destekledikleri kukla Afgan hükümetinin yöneteceğini söyledi mi? Söyledi. Sonuç: Taliban yalnızca ABD’yi değil, işbirlikçilerini de darmadağın etti. Sakallı olmaları, Cihangir’de takılmamaları bu gerçeği değiştirmiyor.
Bu gazete ve yönetenleri Amerikancılıklarını her zaman açıktan yapmıyorlar. Bu sanatı çoğunlukla orta yolcu bir tavırla örtük biçimde yapıyorlar. Bu kez Doğu Perinçek’in Afganistan’ın zaferine yaptığı vurguları “Atatürk gardırobu” ile bastırmaya kalkıştılar. Bugün Türkiye’de açıktan Amerikancılık yapmak ayıp olduğu için, “Taliban dehşetini” öne çıkararak, ABD işgalinin sona ermesinin yarattığı “felaketi” sütunlarına taşıyarak Amerikancılık yapılıyor. Hürriyet yine “amiral gemisi”.
ERGENEKON DAVASINA TAVIR
Aslında 2008’de Ergenekon sürecinde de bu gazete benzer tavırlar aldı. Ergenekon Davası o gün de “ben bir ABD-FETÖ tertibiyim” diye bağırsa da Özkök ve Hakan gibiler onun bu niteliğini örtmek için kalem oynattılar. Tabii Taraf, Zaman, Samanyolu gibi bodoslama gitmediler. Amerikancılık “ince ince” yapıldı. Ertuğrul Özkök’ten bazı alıntılar verelim:
“Ergenekon adı verilen bu soruşturma kapsamına giren ciddi ve vahim bazı olaylar, örgütlenmeler söz konusu olabilir. Bunlar demokrasimize kasteden girişimlerde bulunmuş da olabilirler.
Bunların bütün kamuoyunu ikna edici bir dava süreciyle ortaya çıkarılması ve isnat edilen suçları işlemişlerse, en ağır şekilde cezalandırılmaları, hepimizin, ülkemizin, demokrasimizin menfaatinedir.” (Hürriyet, 15 Temmuz 2008)
“Ama” diyor Özkök, “aman sulandırmayın, düzgün yürütün”:
“Onun için bu davanın süratle, bu iğrenç dezenformasyon batağından çıkarılıp herkesin gözünde meşru görülecek bir alana çekilmesi gerekir.”
Ertuğrul Özkök bu satırlarla hükümete, davanın hâkim-savcılarına ve basına mesaj veriyor: Davanın meşruiyetini zedelemeyelim! Orta yolculuk böyle bir sanattır. Özkök’ten bir çağrı da Genelkurmay’a:
“Ayrıca Genelkurmay’ın, kendi içinde çok ciddi bir inceleme sürecini başlatıp hiçbir komplekse kapılmadan gereğini yapmasını bekliyoruz. Hepimizin böyle bir sürecin destekçisi olması gerekir.”
Demek ki Özkök’e göre FETÖ’nün Türk Ordusuna darbe teşebbüsüne Genelkurmay da ortak olmalıymış. Bu kafa yüzünden Türkiye 15 Temmuz’u yaşadı.
‘BU DAVA ÇOK ÖNEMLİ…’
Özkök’ün Ergenekon davasının “doğru düzgün” yürütülmesi konusunda savcılara akıl verdiği başka örnekler de var:
“Her gün ilgili ilgisiz herkesin adı ortaya atılıyor. Daha kötüsü bunlar, dava dosyasına giriyor. Her şey birbirine karışıyor. Bu durumun savcının hoşuna gittiğini de sanmıyorum. Çünkü bu görüntü, davayı giderek ‘rövanş’ havasına sokuyor. Oysa bu dava birçok bakımdan çok önemli. Devlet içinde gerçekten böyle bir çeteleşme varsa veya bazı kişiler kendilerine ‘devlet adına’ bazı misyonlar yükleyip planlar, eylemler yapıyorsa, bunun mutlaka ortaya çıkarılması gerekir. Bu hepimizin güvenliği açısından çok önemli.” (Hürriyet, 25 Mart 2008)
Bu satırlardan anladığımız, Özkök için Ergenekon davasında zenciler ve beyazlar var. Savcılara “beyazları bırak ki biz de davayı daha rahat savunalım” mesajı veriyor. Orta yolculuk bir bilim olsaydı, Özkök ana bilim dalı başkanı olurdu. Bir başka örnekte yine davadaki bazı yanlış uygulamaları eleştirip sonunda “gittiği yere kadar gitmeli” çağrısında bulunuyor:
“Bunları Ergenekon’u savunmak için mi yazıyorum? Nesini savunacağım ki? Son 10 yıl içinde üç ayrı gruptan tehdit mesajları alıyorum. Aşırı dinciler, aşırı Marksist örgütler ve aşırı milliyetçiler. Koltuğunu devraldığım insanı dinci fanatikler öldürdü. Ulusalcı televizyonlarda bana ne hakaretler edildiğini, o kanalları izleyen herkes biliyor. Ergenekon olayında beni hem şahsen hem de ülkem adına ürküten iddialar var. O yüzden gittiği yere kadar gitmeli diyorum.” (Hürriyet, 19 Mart 2008)
Ertuğrul Özkök’ün benzer vurguları olan çok sayıda yazısı var. Dikkat edilirse Ergenekon’un bir tertip olduğu, Türk ordusunu ve Türk vatanseverliğini hedef aldığı yönünde bir düşüncesi yok. Tersine soruşturmanın “başarısına” odaklanmış. Bu yüzden savcılara “titizlik” çağrısında bulunuyor.
‘SULANDIRMAYALIM…’
“Aslında ben gerçekten de Ergenekon’un bir yerlerindeyim…
Neresinde miyim? Anlatayım…
Cumhuriyet Gazetesi’nin bombalanması olayı… Danıştay saldırısı olayı… Ümraniye’de ele geçirilen bombalar… Eskişehir’de ele geçirilen bombalar… Benim açımdan Ergenekon, işte bu dört olay arasındaki bağlantıdadır… Gerçekten de… AKP’nin vatanı sattığını düşünen bir grup başıbozuk, Alparslan Aslan adlı kafayı yemiş bir adamı taşeron olarak kullanarak, hükümeti zor durumda bırakacak eylemler yaptı mı? Alparslan Aslan adlı manyak, birileri tarafından, ‘Al aslanım şu bombaları… Cumhuriyet’e at… Sonra al şu silahı… Git Danıştay’ı bas… Bir iki yargıç öldür… Sonra da ben bunları türban için yaptım de’ şeklinde görevlendirildi mi? Benim ‘Ergenekon’ davasından beklediğim sonuç budur…” (Hürriyet 24 Temmuz 2008)
Danıştay cinayetini Ergenekon’a bağlayan Hakan, tıpkı orta yolculuk üstadı Özkök gibi davayı yürütenlere akıl vermeyi ihmal etmiyor:
“Ama siz bu sonuçla yetinmezseniz…
Araya Sinan Aygün’ü, Mustafa Balbay’ı, İlhan Selçuk’u falan da katmaya çalışarak bir taşla çok kuş vurmanın peşine düşerseniz (…) Benim sizinle hiç ama hiç işim olmaz… ‘Ergenekon diye bir şey yoktur’ diyenlerle olmadığı gibi…”
Ahmet Hakan da davadaki “beyazları” ayırma telaşında. Aygün, Balbay, Selçuk ve benzerlerinin “suçsuz”, diğerlerinin “suçlu” olduklarına dair kanaatinin nasıl oluştuğunu açıklamıyor. Dava “beyazlara” değil, Doğu Perinçek ve arkadaşları gibi, Veli Küçük gibi, Muzaffer Tekin gibi, Türk ordusunun bütün şerefli mensupları gibi “zencilere” yönelmeli! Yoksa davaya güvenmeyecek. Beyefendinin bizim gibi “Ergenekon diye bir şey yoktur” diyenlerle zaten işi yokmuş. Sağ olsun.
ORTA YOL HANGİ YOLA ÇIKAR
Bugün sorarsanız o zaman da Ergenekon davası aleyhine yazıp çizdiklerini söyleyeceklerdir. Ama yazdıkları bunlardır. Ergenekon davasına getirdikleri eleştiriler “sulandırılmaması” yönündedir. Çünkü sulandırılırsa kamuoyu güvenmez, “derin yapı” ortaya çıkarılamaz.
Orta yolculuk, yapanları iddia ettiği gibi “bağımsız” bir yol değildir. Hâkim yola “yanlama” tekniğidir. Oportünizmin zirvesidir. Amerika demeden Amerikancılık yapmanın hatta bunu Atatürk gardrobuna girerek yapmanın ustaca bir yoludur.
“Ne Sam ne Saddam” derseniz, nesnel olarak Sam’ın yanında yer alırsınız. Çünkü başka seçenek yok.
“Ne ABD ne Taliban” derseniz, yine ABD’nin yanında yer alırsınız. Çünkü başka seçenek yok.
“Ergenekon’u sulandırmayın” derseniz, Ergenekon savcılarının yanından davaya bakmış olursunuz.
Kimse milletin aklını küçümsemesin. (Kaynak: Aydınlık Gazetesi)