Gezi’de iki çizgi
UTKU REYHAN / AYDINLK
Gezi olayları olarak bilinen 2013’teki Haziran eylemleri, yakın Türkiye tarihine damga vurmuş önemli bir halk hareketiydi. Bugünlerde Osman Kavala ve diğer 7 kişiye verilen cezalar üzerine yeniden gündemde.
O günlerde çok ortalıkta olmayan, hatta bir kısmı eylemlerin karşısında olan Gül’den Akşener’e, Davutoğlu’ndan Babacan’a, Karamollaoğlu’dan Nurcu Yeni Asya grubuna bütün muhalefet bugünlerde Kavala’nın üzerinden Gezi’yi sahiplenme yarışına girdiler.
Elbette onların bugün Gezici görünmelerinin nedeni, Gezi aşkı değil, Atlantik’ten kardeş oldukları Kavala ile dayanışma ‘zorunluluğu’. Evet bir zorunluluk. ABD Dışişlerinin, AB’nin, Türkiye’deki 10 batılı büyükelçinin seferber olduğu Kavala için, Biden’cı muhalefetin sesini yükseltmesi bir mecburiyet.
KAFALAR NEDEN KARIŞIK
Gezi olayları ile Kavala üzerinden Soros’un eşitlenmesi, bu sonucu doğuruyor. Ak Parti’nin vahim bir yanlışı. Milyonlarca insanı, Kavala benzerlerinin yanına itiyor. Durum hiç de öyle olmadığı halde, bunlara sahip olmadıkları bir güç bahşediliyor.
Eylemlerin zirve noktası olan 1 Haziran 2013 tarihi hem Vatan (İşçi) Partisi’nin yükselttiği milli nitelikteki halk hareketinin yoğunlaştığı hem de ABD’nin Ak Parti’nin üzerini yavaş yavaş çizmeye başladığı sürecin kesişimine denk geliyor. Kafalar da burada karışıyor.
Bu durumda Gezi olaylarının bir muhasebesine ihtiyaç var.
ERGENEKON TERTİBİYLE MÜCADELE
Gezi olaylarında birbirinden tamamen ayrı, hatta karşıt iki çizgi vardı. Her halk hareketinin doğasında olan zorunlu bir karşıtlık bu.
Birinci çizgi, aslında Gezi’ye asıl rengini de veren Vatan Partisi ve TGB’nin önderlik ettiği kitlesel çizgiydi. Bu çizgi eylemlerde kendisini Türk Bayrağı ve ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ sloganıyla gösterdi. Bu çizgi 1 Haziran’da ortaya çıkmış değildi. Bir birikime yaslanıyordu. Ergenekon tertibine karşı şiddetli bir mücadele yürütülüyordu. Sayısız gösteri vardı. Ancak iki eylem 1 Haziran 2013’e giden süreçte önemli rol oynadı.
- 13 Aralık 2012 Silivri Cezaevi önü
- 8 Nisan 2013 Silivri Cezaevi önü
Dağ başında yapılan bu iki eyleme de yüzbinler katıldı, FETÖ’nün kurduğu barikatlar yıkıldı. Her iki eylemin de en önünde yer alanlardan biri olarak, bu eylemlerin Ergenekon yargılamalarını tersine çeviren bir rol oynadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
MİLLİ BAYRAMLAR İÇİN ALANLAR DOLDU
Aynı süreçte, TGB önderliğinde, hükümetin milli bayramları resmi törenler dışında yasaklama adımına karşı yüzbinlece gencin katıldığı büyük gösteriler yapıldı. Yine sayısız eylem arasında 19 Mayıs 2012’de İstanbul İstiklal Caddesi’ndeki devasa yürüyüş ve 29 Ekim 2012’de Ankara Ulus’ta başlayan ve polis müdahalesine rağmen gerçekleştirilen yüz binlerin katıldığı Anıtkabir yürüyüşü, geniş halk kitlelerine meydana çıkma cesareti aşılayan eylemlerdi. Bu dönem, TGB’lilerin ‘eylem yapabilirler’ diye hemen her gün her ilde keyfi biçimde gözaltına alındıkları bir dönemdi. FETÖ’nün egemen olduğu emniyetin, Vatan Partisi ve TGB’yi sürekli şiddetle ve gözaltılarla engellemeye çalıştığı bir süreçti.
BÖLÜCÜ AÇILIMA VE ANAYASAYA KARŞI AYAĞA KALKIŞ
Bu dönemdeki bir başka eylemlilik de Vatan Partisi’nin Ak Parti’nin başlattığı sözde çözüm ya da açılım sürecine karşı mücadelesiydi. Nisan-Mayıs 2013 arasında onlarca ilde yapılan ‘akil insanlar’ toplantıları Vatan Partisi tarafından protesto edildi. Toplantıların yapıldığı otellerin içinde ya da önünde kitlesel gösteriler düzenlendi. PKK’yı güçlendirecek ve Türkiye’yi bölünmeye götürecek bu sürece karşı şiddetli bir muhalefet yürütüldü. Bu mücadele, yine Vatan Partisi’nin önderlik ettiği Milli Anayasa Forumu ile eş zamanlı devam etti. Çözüm sürecinin bir parçası olarak devam eden bölücü, Türksüz yeni anayasa girişimine karşı 2012-13 boyunca yüzlerce il ve ilçede Milli Anayasa Forumları toplanmış, bu toplantılar binlerce insanın katıldığı kitlesel mitinglere dönüşmüştü.
‘HÜKÜMET İSTİFA’ SLOGANI
Yani Gezi’ye giden süreçte, Vatan Partisi’nin önderlik ettiği, anti-emperyalist, milli ve hükümet ile FETÖ’yü birlikte hedef alan çizginin belirleyici bir rolü oldu. Vatan Partisi bu dönemde ve Gezi eylemlerinde hep ‘hükümet istifa’ sloganını yükseltti. Haziran eylemlerindeki milyonlarca insanın talebi de buydu. Çünkü Ak Parti henüz 2014 sonrası girdiği olumlu dönüşümü, içindeki FETÖ’yü ve Amerikancıları temizleme sürecini yaşamamıştı. Vatan Partisi’ni, Türk ordusunu ve vatanseverleri hedef alan Ergenekon-Balyoz tertibi, Ak Parti-FETÖ kavgası uç vermiş olsa da, devam ediyordu. Bölücü açılım ve bölücü anayasa süreci canlı biçimde yürürlükteydi. Türk dış politikasında ABD-FETÖ-Davutoğlu çizgisi belirleyiciydi. Atatürk’e karşı pervasızca adımlar atılıyordu. ‘İstifa’ talebinin dinamikleri bunlardı.
AK PARTİ’NİN ABD İLE KOPUŞU
Bununla birlikte,1 Haziran 2013’e giden süreç, ABD’nin Ak Parti’ye karşı harekete geçtiğinin ipuçlarının da olduğu bir dönem. Türkiye’nin mecburiyetleri, Ak Parti’yi ABD çizgisinden adım adım kopardı. Bu olgu kendisini Ak Parti-FETÖ ayrışması olarak gösterdi.
Öncesi de var ama ilk belirgin kırılma, 7 Şubat 2012’de yaşanan MİT kriziydi. FETÖ’cü savcılar, MİT Başkanı ve başka bazı MİT görevlilerini ifadeye çağırdı, üstüne yakalama kararı çıkardı. Bu şüphesiz, o dönem MİT’in bağlı olduğu Başbakan Tayyip Erdoğan’ı hedef alan bir hareketti. Hükümet bunun üzerine apar topar savcıları görevden aldı, MİT kanunu değiştirildi ve soruşturma için Başbakan onayı getirildi.
Peşinden Temmuz 2012’de, FETÖ’nün yargı operasyonlarının merkezine dönüşmüş olan Özel Yetkili Mahkemeler kadırıldı. Bu ABD’ye önemli bir mesajdı.
FETÖ İLE AYRIŞMA
Gezi olaylarının büyük oranda sönümlense de devam ettiği Ağustos 2013’te, Ak Parti-FETÖ(ABD) mücadelesi önemli bir aşamaya evrildi. FETÖ’nün insan kaynakları olan dershanelerin kapatılacağı bizzat Erdoğan tarafından ilan edildi. Ekim-Kasım-Aralık boyunca FETÖ ve yayın organları Zaman, Taraf yoğun bir karşı faaliyet yürüttü. Ancak Erdoğan geri adım atmadı. En son 15 Aralık 2013’de FETÖ kontenjanından vekil olan Hakan Şükür istifa etti. İki gün sonra 17 Aralık’ta ise FETÖ’nün doğrudan Erdoğan’ı hedef alan emniyet-yargı operasyonu geldi. Ergenekon’un savcısı Zekeriya Öz, bu tertibin de savcısı oldu. Zayıflamış olan ipler, tamamen koptu.
VATAN SAVAŞI
Sonrası malum, FETÖ’nün kökünün kazınma süreci. Önce Ergenekon tertibi çöktü. Silivri’nin dışında ve içinde yürütülen büyük mücadeleye, hükümetin anayasa değişikliği de eklenince FETÖ’nün en büyük tertibi sona erdi. Sonra devlet içindeki Amerikancı gladyoya karşı büyük bir temizlik başladı ve 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü bastırılarak büyük bir zafer kazanıldı. Eş zamanlı olarak PKK’yı bitirmek için yurt içinde ve dışında bugün hala devam eden büyük mücadele başladı. Bütün bu keskin altüst oluş, Vatan Partisi’nin ısrarlı mücadelesinin eseriydi. Vatan Partisi 2014 sonrası bu süreçte kendi içinde de mücadele etti. Gezi’deki çelişkileri esas alarak yeni durumu göremeyen, Ak Parti’nin Türkiyeci çizgiye geldiğini anlamayan anlayışla tartıştı. ‘Vatan Savaşı’ ve ‘Aynı Gemideyiz’ siyasetlerini geliştirdi.
GEZİ’DE FETÖ-PKK-SOROS ÇİZGİSİ
Bu kronolojiyi neden verdik? Çünkü FETÖ’nün ve Soros’un Gezi’deki varlığının açıklanması gerekiyor. 1 Haziran 2013 tarihi, ABD ve piyonlarının Ak Parti’ye karşı harekete geçtiği bir döneme denk geliyor. Ancak bunu bilirsek Gezi eylemlerini tetiklediği bilinen meşhur çadır yakma işinin arkasındaki polis şeflerinin FETÖ’cü olmasını anlamlandırabiliriz. Amerikancılığı açık olan Osman Kavala ve benzerlerinin Gezi’deki varlığını bu bilgiyle yorumlayabiliriz. PKK/HDP’nin ‘bu hükümet giderse çözüm süreci biter’ kaygısıyla başlangıçta Gezi’ye mesafeli durup ardından bütün gövdesiyle katılmasını bu tarihsel akış içinde bir yere koyabiliriz.
ALANLAR AYRILDI
Bu nedenle tek bir ‘Gezi’ yoktu. Aslında 1-2 Haziran’dan sonra alanlar da ayrıldı.
Bir yanda buluşmalar öncesi İstiklal Marşı okunuyor, öbür yanda Öcalan posteri açılıyor.
Bir yanda Türk bayrağı taşınıyor, öbür yanda HDP flamaları yükseliyor.
Bir yanda belediye otobüsleri, polis araçları yakılıyor, diğer yanda bu engelleniyor.
Bir yanda Anadolu’ya da geniş şekilde yayılmış, kitlesel ve doğru eylem çizgisinde bir halk hareketi, diğer yanda ise marjinal grupların ‘renkli’ gösterileri.
Özetle,
Bir yanda ‘hükümet istifa’ talebiyle milli cepheden güçlü bir mücadele var, diğer yanda hükümete karşı zayıf bir Amerikancı muhalefet var. Amerikancılar o gün için ‘hükümet istifa’ demiyordu Gezi’de. Amaçları onun zayıflaması ve Amerikancı ‘açılım’ çizgisine mahkum olmasıydı.
Dün Aydınlık’ta haberini verdik. Esas hakkındaki mütalaada yayınlanan Osman Kavala’nın telefon görüşmesini göre, Kavala cenahı, İşçi (Vatan) Partisi’nin Gezi eylemlerindeki varlığından rahatsız.
SONUÇ OLARAK
1 – Gezi eylemlerinde hakim yön millidir. Gezi eylemlerindeki kitleselleği yaratan, onun öncesindeki milli eylemlilik sürecidir.
2 – Bu nedenle Gezi eylemleri, Ak Parti’nin iddia ettiği gibi 17-25 Aralık 2013 ve 15 Temmuz 2016’ya giden sürecin bir parçası değildir. Tersine, hedefinde Amerikancılık vardır. Doğal olarak FETÖ de, bölücülük de vardır.
3 – ABD-Soros-FETÖ-PKK vb. unsurlar, Gezi’ye sızarak onu ‘turuncu’ yapmak istemiş, ancak Vatan Partisi’nin ağırlığı buna müsaade etmemiştir.
4 – Gezi’ye katılan milyonlar, Atatürk hassasiyeti taşıyan ve bölünmeye karşı olan vatansever halk kitlelerdir. Ak Parti onları karşısına alarak büyük yanlış yapmakta, onları Türkiye düşmanlarının yanına itmektedir. Kendi tercihi.
5 – Gezi’ye Soros etiketi yapıştırmak, hem gerçek değil, hem de Soros’a olmayan bir güç atfetmektir.
6 – Bugünkü Türkiye’yi Gezi’deki saflaşmalar üzerinden okumak vahim bir hatadır. Geride kalan 9 yılda hem dünyada hem Türkiye’de büyük altüst oluşlar yaşanmış, saflar yeniden belirlenmiştir. O gün hükümetin içinde olanlar, hatta Cumhurbaşkanı, Başbakan olanlar, bugün karşısındadır. O gün hükümete karşı olanlar bugün birlikte ABD tehditlerine karşı birlikte Türkiye cephesindedir.