Ne güzel şeysin sen; 8 ay 12 gün sonra gelen özgürlük / Rifat Söylemez
Artık yüksek lisansımı yüksek güvenlikli cezaevinde tamamlamış gerçek bir gazeteci oldum
Takvim yaprakları 18 Ağustos’u gösteriyordu. 2021’in 18 Ağustos’u,
Her sabah olduğu gibi rutin işimle meşgulüm; sokak kedilerinin mamalarını dağıtmalıyım. Bir elimde yaş mama kaplarının olduğu poşet diğer elimde kuru mamalarla dolu kaplar.
Dağıtıma başladım, kediler etrafımda.
Kedilerin arasında iki genç delikanlı belirdi. Bana yaklaştılar, kimlik sorunca ‘kedilerin yemeklerini dağıtıp gidelim’ dedim.
Gelenler infazın polisleriydi ve gözaltıyla başlayıp yargılamalarla devam eden 6 yıllık belirsizliğin sonundaydık. Oysa ‘teslim ol’ tebligatının üzerinden daha bir hafta bile geçmemişti.
2 yıl süren yargılama sonunda BERAAT etmiştik, ardından İstinaf Mahkemesi beraat kararlarımızı bozarak bize ceza vermeyi uygun bulmuştu. Ömrünü FETÖ ve benzeri hain terör örgütlenmelerine karşı mücadeleyle geçirmiş bir gazeteci olarak bu hain örgüte üye olmadan yardım ettiğimiz suçlamasıyla ‘1 yıl 13’ aylık cezamızı Yargıtay da onayınca hüküm kesinleşmiş oldu.
Mamaların kedilerin tamamıyla buluşmasına izin vermeyen genç polis arkadaşlarla eve çıktık. Duygusal fakat kısa bir vedalaşmayla ailemden, dostlarımdan, mesleğimden kısacası özgürlüğümden ayrı kalacağım 8 ay 10 gün sürecek yeni evime Kürkçüler F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu’na doğru yola çıktık.
Bunu asla bir ceza olarak görmedim. Çünkü ceza suça ve suçluya yönelik bir uygulamadır. Aslında ben 40 yıllık gazetecilik yaşamımın yüksek lisansı için bir yolculuğa çıkıyordum.
Yeni insanlar tanıyacak, yeni hikayeler dinleyecek, biraz dinlenecek, geçmişimi gözden geçirme, kendimle başbaşa kalabilme imkanı bulabileceğim bir yere doğru yapıyordum yolculuğumu.
Mustafa Kemal’in askeri olmaya karar vermişseniz yaşamınızda, Cumhuriyet’in bütün değerlerine sımsıkı sarılmış, hiç bir güç, hiç bir baskı size koparamamışsa çağdaş, aydınlık Türkiye hedeflerinizden ve Gazi Paşa’ya, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’e sevdalıysanız ve onun gösterdiği yolda yürümeye and içmişseniz ve hala gazeteciliğinizi bu ideallerle yapmakta kararlıysanız elbette kumpaslara muhatap olursunuz. FETÖ denilen hain ve aşağılık örgüte üye olmadan yardım ettiğinizi söyleyen iğrenç kalpleri intikam ve kinle dolu olan gerçek FETÖcülerin hedefi olup cezaevindeki demir kapınızın girişine resminiz konur altına terör yazılır.
Yaşadıklarımı ve bu şehirde yaşananları bir değil birkaç kitapla anlatmak için bilgisayarımın klavyelerine dokunmaya başladı bile parmaklarım.
Özgürlükleri çalınan insanların hikayelerini, o meşhur gece Adana’da özellikle İncirlik’te yaşananları kimlerin kimleri aradığını, kimlerin kimlerle iş kovaladığını, sahte kahramanları, Adana’da 15 Temmuz hain darbe girişiminden önce başlayan ve daha sonrasında hızla devam eden terör davalarını, kirli şehir Adana’nın bir anda nasıl hipoyla yıkanmış çamaşır gibi lekesiz tertemiz oluşunu da anlatmam gerekecek.
Ama gerçekten çok şanslı bir şehirde yaşıyoruz (!)
FETÖ’ye finans desteği sağlamayan, ABD’lere kadar gidip sümüklü şarlatanın pis ellerini öpmek için kuyruk oluşturmayan, dış güçlerin tetikçisi Fethullah denilen hainle resim çektirme yarışına girmeyen, şehrin en güzel yerlerine bu hain örgüte verilmek üzere lüks okullar yaptırmayan, himmet vererek bu yapıyı daha da güçlendirmeyen iş insanlarımızın varlığıyla gurur duyduğumuz bir şehirde yaşadığımız için ne kadar şanslı olduğumuzun geçde olsa farkına vardım. Yargıtay kararıyla şükürler olsun hiç bir ‘hain’ iş insanı olmayan tertemiz bir şehirmiş Adana’m!
Neyse bunların tamamını kaleme almaya başladığım kitabımda belgeleriyle, isimleriyle yazacak ve sizlerin dikkatine sunacağım.
Sizlerden, sevdiğim her şeyden ayrı kaldığım 8 ay 12 gün sonunda yeniden buluştuk.
Özgürlük elbette çok değerli.
“Umudun bittiği yerde ceza başlar” demişti, F Tipi Ceza İnfaz Kurumu’ndaki bir infaz koruma memuru. O kadar doğruydu ki bu söz.
Cezaevi sürecimde umudumu tek bir gün bile kaybettirmeyen canım aileme, ailem kadar değerli dostlarıma, 8 ay gibi kısa bir sürede benim için değerini ifade etmek için sözcük bulamadığım cümle kuramadığım yüzlerce mektup için, yazan kalplere can dostlara binlerce kez teşekkür ediyorum. Hayatımın hengamesinde, okuma şansı bulamadığım 70’in üzerinde kitap öyle çok şey öğretti ki bana.
Ve tanıdığım mahkum arkadaşlarım.
Aynı koğuşu, farklı farklı cezalar olsa da aynı kaderi paylaştığım, 24 saati aynı odada aynı avluda geçirdiğim ve asla unutamayacağım, unutulmayacak dostlarım.
Daha önce hiç tanımadığım, görmediğim öyle güzel insanlar girdi ki yaşamıma, mesela; Aydınlı Hamza.
Dosyasını okudum baştan sona. Hem de defelarca, araştırmacı ve soruşturmacı bir gazeteci gibi. Sorarak, sorgulayarak ve sanırım o gece İncirlik’i ve yaşananları hiçbirimiz böyle bilmiyorduk.
Ve 4 Şubat günü koğuşumuza taşınan dostlarım.
Aynı davada yargılandığım Hakan Bülent Yardımcı ve Osman Palamut.
4 Şubat’tan 25 Nisan akşamına kadar zaman nasıl geçti diye sakın sormayın. Abdurrahim Haklıkul farklı koğuşta kalıyor kendisiyle iki kez kurum içi mektuplaştık bir kez de revirde karşılaştık. Kurallar gereği aynı koğuşta kalmadığınız mahkumlarla sohbet etmeniz yasak. Yine de kısa bir halhatır sorduk birbirimize.
Hayata en zor ve sıkıntılı anlarında bile pozitif bakmayı başaran Hakan Bülent’in olduğu yerde zaman nasıl geçerse inanın o güzellikle geçti. Hep güldük hatta inanmayacaksınız ama C-81 koğuşunda TRT ekranlarında Mustafa Keser’in şarkılarına eşlik edip göbekler atıp, halaylar çektik.
Çünkü umudumuzdu bizi hayata sımsıkı bağlayan, güzel ve güneşli günlerdeki özgürlük düşlerimizdi.
Bu zor günlerimde yanımda olan, ailemi bir an olsun yalnız bırakmayan o güzel insanlar; benim gerçek dostlarım hepinize teşekkür ediyorum.
Cesurca, korkmadan sosyal medya hesaplarından uğradığım haksızlığı dile getiren gazeteci kardeşim vefalı dostum Ali Pekmezci’ye, kadim-kara gün dostum olan 40 yıllık arkadaşım Savaş Çokduygulu’ya, tanıdığı her insanın zor gününde vazgeçilmez dostu olan Efsun Tekyeten’e, Ökkeş Pancaroğlu, Erol Saylan, Volkan Hicret Temel ve Aliye Gültekin kardeşime, avukat dostlarıma teşekkür borcumu ödemek istedim.
Küçük el radyomun kulaklığından bana neredeyse her gün sesleriyle, duygu ve düşünceleriyle moral veren, Radyo Çukurova’ya, canım kardeşlerim Ahmet Duran Çağ’a , Serkan Şenyürek’e ve Ergün Kara’ya ayrı bir teşekkür bölümü açmam gerekiyor. O teşekkürümü de yarın sabah 11.00’’de kendi programlarında kendi yüzlerine söyleyeceğim.
FETÖ’nün en iğrenç kumpaslarıyla, Balyoz ve Askeri Casusluk davalarıyla hayatları karartılan Mustafa Kemal’in askerlerine, Türk Ordusu’nun şerefli, onurlu komutanlarına zindanlarda tutsak edildikleri dönemde koskoca Türkiye’e destek veren bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki gazetecilerden biri de bendim. O gün ben onların yanındaydım zor günlerimde, mahkum diye adlandırıldığım hapishane sürecimde sağolsunlar var olsun onlar da benim yanımda oldu.
Ahmet Yavuz Paşama, Dursun Çiçek Albayıma ve telefonla aileme sürekli moral veren Mustafa Kemal’in askerlerine ve vefalı ailelerine çok teşekkür ediyorum.
Bazı dostlarım var ki zor günlerimde ailemin yanında olan ama isimlerini yazamadığım. Bu güzel dostlarımın isimlerini yazarsam onlara gerçekten kötülük yapmış olurum. Onlar ne dediğimi gayet iyi anlamışlardır.
Ve, Adana F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu’nda görevli, insana insan gibi davranan, her sorunumuzda her sıkıntımızda yada rahatsızlığımızda hep yanımızda olan tek bir gün dahi üzülmeme, incinmeme ortam hazırlamayan tüm İnfaz Koruma memurlarına ve elbette başmemurlara ve cezaevi yönetimine huzurlarınızda tüm samimi duygularımla çok teşekkür ediyorum.
18 Ağustos’ta cezaevi yolculuğumun başlangıcını anlatırken infaz büroda görevli polis memurlarının elimdeki poşetlerde bulunan mamaları sokak kedilerine dağıtmama izin vermemişlerdi ya. Ne oldu biliyor musunuz?
Cezaevi koğuşuma yerleşmemden bir ay sonra 10 metre yükseklikteki çatıda siyah-beyaz bir kedi göründü. Şaka değil gerçek. 6 yılı aşkın süredir cezaevinde yatan koğuş arkadaşım Aydınlı Hamza kardeşim dedi ki, “ben burada ilk defa bir kedi görüyorum.”
Kahvaltı için aldığım dana salamını kestim sağolsun Hamza abi salamları çatıya o güzel kediye ulaştırdı. Bir kaç gün sonra kedi sayımız 2’ye bir hafta sonra tam 5 kedimiz oldu çatıda.
Her sabah ve akşam ben o kedileri tahliye olduğum saate kadar birbirinden nefis salam ve sardalya balıklarla besledim.
Demek ki hayatta her şey Allahın dediği ve istediği gibi gerçekleşiyor. Çatıda ki o kedilere de beni bulmaları için haber salan başka kediler varmış bu hayatta.
Merak etmeyin koğuştaki can dostlarım Hamza kardeşim, Hakan Bülent Yardımcı ve Osman Palamut kedilerimize bakmaya devam ediyor.
Hakan Bülent Yardımcı ve Osman Palamut 12 Haziran’da, Abdurrahim Haklıkul ise 18 Haziran’da özgürlük şarkısını söyleyecek.
Bu kadar uzun yazarak vaktinizi çaldığımı, başınızı ağrıttığımı biliyorum.
Çok yakında ‘nerede kalmıştık?’ diye sorarak Radyo Çukurova’daki programıma başlayacağım.
Yeni projelerim var, Adana’ya ve Adana’nın geçmişine dair sürprizlerim olacak. Ve elbette bir köşede yazmaya da başlayabilirim.