Tencereler kaynamıyor ve sofralar boşalıyor: Türkiye’de gıda krizi derinleşiyor!

DOÇ. DR. ERGÜL HALİSÇELİK
2025 yılının ilk çeyreğini geride bırakırken, Türkiye’de iftar ve sahur sofraları ekonomik krizin gölgesinde kuruluyor. Tencereler kaynamıyor, sofralar boşalıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Şubat 2025 itibarıyla yıllık enflasyon %39,05 olarak açıklansa da market ve pazar fiyatları halkın hissettiği gerçeği gözler önüne seriyor. Her gün değişen etiketler, düşen alım gücü ve erişilmesi zor hale gelen temel gıda ürünleri, Türkiye’yi derin bir gıda kriziyle karşı karşıya bırakıyor.
Marketlerdeki fiyat etiketleri her gün değişirken, halkın sofrasındaki ürünler azalıyor. Bugün Türkiye’de dar gelirli haneler, bırakın et ve süt ürünlerini, temel gıda maddelerine ulaşmakta bile zorlanıyor. Üstelik bu durum sadece bir ekonomik krizle açıklanamayacak kadar karmaşık. Yanlış tarım politikaları, plansız ithalat kararları ve halkı öncelemeyen ekonomik tercihler Türkiye’yi, tarihinin en derin gıda krizlerinden biriyle yüz yüze getirdi. Türkiye, artık kendi kendine yeten bir tarım ülkesi olmaktan çıkmış, gıda güvencesi olmayan bir ülkeye dönüşmüş durumda.
Gıda Enflasyonu: Resmi Rakamlar ve Halkın Gerçeği
TÜİK verilerine göre; 2025 yılı Şubat ayında Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) bir önceki aya göre %2,27, bir önceki yılın Aralık ayına göre %7,42, bir önceki yılın aynı ayına göre %39,05 ve on iki aylık ortalamalara göre %53,83 olarak gerçekleşti. Bu oran, resmi olarak “yüksek ama gerilemiş” kabul edilse de, bağımsız araştırmalar ve halkın yaşadığı gerçeklik çok daha ürkütücü. Bağımsız bazı kaynaklara göre, enflasyon seviyesi, özellikle gıda fiyatlarındaki artış düzeyi çok daha yüksek. Bazı temel gıda ürünlerinde son iki yıldaki fiyat artışının 3-4 kat arttığı tahmin edilmekte.
Et Yemek Lüks, Sebze ve Meyve Ulaşılmaz
Kırmızı et fiyatları, halkın gündelik hayatında en çarpıcı örneklerden biri. 750 TL’ye kadar satılan kıyma, dar gelirli ailelerin bütçesini zorluyor. Tavuk eti bile 150 TL’yi bulmuş durumda. Süt ve süt ürünleri için tablo daha iyi değil. 1 litre süt 45 TL’ye, peynir 300 TL’ye dayandı. Yoğurt ise lüks tüketim maddesi gibi fiyatlanıyor.
Sebze ve meyveler de benzer bir kaderi paylaşıyor: Domates 70 TL/kg, Salatalık 60 TL/kg ve Patates 35 TL/kg düzeyine ulaşmış durumda. Bu fiyatlar, pazarda dahi geçerli. Hal böyle olunca, halk çözümü kalitesiz ama ucuz gıda maddelerine yönelmekte buluyor. Bu durum ise beslenme yetersizliklerini, çocuklarda gelişim geriliğini ve halk sağlığı sorunlarını beraberinde getiriyor.
• Dana kıyma: 2023 yılında 150 TL iken, bugün 750 TL’ye çıktı (Artış %400).
• Bir litre süt: 2023’te 15 TL’den, şu anda 45 TL (Artış %200).
• 5 litrelik Ayçiçek yağı: 2023’te 350 TL iken, bugün 700 TL’ye kadar yükseldi (Artış %100).
Zincir marketlerde fiyat artışları pazara kıyasla daha yüksek seyrediyor. Üstelik dar gelirli vatandaşların tercihi olan halk pazarlarında bile temel ürünlerde %200’ü aşan fiyat artışları görülüyor. TÜİK’ in açıkladığı veriler ile vatandaşın alışveriş sepetinde gördüğü fiyatlar arasında uçurum oluşmuş durumda. Tencereler kaynamıyor, sofralar eksiliyor, açlık sınırı yükseliyor.
TÜRK-İŞ Verileri: Açlık ve Yoksulluk Sınırında Rekor
TÜRK-İŞ’ in Şubat 2025 raporu, Türkiye’de gelir dağılımı ve alım gücündeki bozulmayı çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. 4 kişilik bir ailenin: Sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (AÇLIK SINIRI) 23.324 TL ’ye, gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (YOKSULLUK SINIRI) 75.973 TL’ye yükselmiştir.
2025 yılında belirlenen 22.104 TL’lik asgari ücret artık ortalama ücret haline gelmiş ve sadece gıda harcaması tutarı olan açlık sınırının altında kalmıştır. Diğer bir deyişle milyonlarca vatandaşımız açlık sınırının altında yaşamakta ve temel yaşam maliyetlerini (gıda ihtiyacını) karşılamakta bile ciddi zorluklarla karşılaşmaktadır. Türkiye’de milyonlarca insan, yaşamını sürdürebilmek için borçlanıyor, ucuz ve sağlıksız gıdalara yöneliyor. Sağlıklı beslenme hakkı, artık sadece gelir düzeyi yüksek kesimlerin ayrıcalığı haline geldi.
Türkiye Neden Bu Hale Geldi?
? Yanlış Tarım Politikaları: Türkiye, 1980’lerden itibaren uyguladığı neoliberal politikalar doğrultusunda tarım politikalarını geri plana itti. Çiftçiye verilen destekler yetersiz kaldı; tarım alanları ranta ve inşaata açıldı. Kendi kendine yeten tarım ülkesinden, ithalata bağımlı bir ülkeye dönüştük. 2025 itibarıyla Türkiye’de üretici çiftçi sayısı %12 azaldı. Çiftçiler, artan maliyetler karşısında üretim yapamaz hale geldi. Mazotun litresi 50 TL, gübrenin tonu 25.000 TL seviyelerine ulaştı. Sulamada kullanılan elektrik fiyatları %40 zamlandı. Üretici, tarlasında kalamazken, halk pazarında fiyatların artması da kaçınılmaz hale geldi.
? Döviz Krizi ve İthalata Bağımlılık: Tarım girdileri dövizle ithal ediliyor. Doların 2025’te %35 civarlarında değer kazanmasıyla, ithalat fiyatları fırladı. Buğday, mısır, arpa gibi temel tarım ürünlerinde dışa bağımlılık arttı. Döviz kuru arttıkça gıda fiyatları da arttı. Bazı çevreler ise; bunu önlemek yerine, fiyat artışlarını rasyonel olmayan sebeplerle açıklama yoluna gitti. Benzer şekilde, Arjantin de 2025 itibarıyla döviz krizleri ve enflasyon sarmalında. Ancak Arjantin hükümeti, temel gıda ürünlerinde fiyat kontrolleri ve sübvansiyonlarla iç piyasayı nispeten koruma altına aldı. Arjantin’de kırmızı et fiyatları, ihracat kotaları nedeniyle iç piyasada daha düşük kalırken, Türkiye’de fiyatlar serbest piyasa koşullarında dalgalanıyor. Güney Afrika’da da döviz kuru etkili olmakla birlikte, temel gıda fiyatlarının kamu destekli kooperatifler üzerinden regüle edilmesi, fiyat artışlarının sınırlanmasında etkili oldu.
? Enerji Maliyetleri ve Tarım Üretimi Üzerindeki Etkisi: Türkiye’de tarımsal üretimin en büyük giderlerinden biri enerji. 2025 yılı itibarıyla elektrik ve doğalgaza gelen zam oranı %40’ı aştı. Seralarda ısınma için doğalgaz ve elektrik maliyetlerinin artması, özellikle kışlık sebzelerin fiyatlarında ciddi sıçramalara neden oldu. Tarımda kullanılan mazotun litre fiyatı 50 TL’ye ulaştı. Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerde tarımsal sulamada güneş enerjisi gibi yenilenebilir kaynaklara geçiş hızlandı. Brezilya’da 2025 itibarıyla tarımda kullanılan elektriğin %25’i yenilenebilir kaynaklardan sağlanıyor. Türkiye’de ise bu oran yalnızca %5 düzeyinde ve yatırım maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle çiftçiler, enerji maliyetlerinde ciddi bir yük altında kalıyor.
? İklim Krizi ve Tarımsal Verimlilik Kaybı: 2024 ve 2025 yıllarında Türkiye’de kuraklık en üst seviyeye çıktı. Anadolu’da, İç Ege ve Akdeniz Bölgeleri başta olmak üzere tarım alanlarının %15’inde verim kaybı yaşandı. Buğday, arpa ve mercimek gibi temel ürünlerde rekolte düşüşü, un ve ekmek fiyatlarını doğrudan etkiledi. 2025 Şubat itibarıyla ekmek fiyatı 12,5 TL seviyelerine ulaştı. Avrupa Birliği ülkeleri 2025’te iklim değişikliğine karşı tarım sigortaları ve destekleme programlarını devreye soktu. Örneğin, İspanya’da kuraklıktan etkilenen çiftçilere dönüm başına 250 Euro doğrudan destek sağlandı. Türkiye’de Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından sağlanan destekler enflasyon karşısında yetersiz kaldı; dönüm başına destek 75 TL seviyesinde kaldı. Bu da çiftçilerin üretimden çekilmesine neden oldu.
Ne Yapılıyor? Çözüm Üretiliyor mu?
Zaman zaman “tanzim satış” gibi geçici önlemlerle fiyatlar düşürülmeye çalışıldı. Ancak bu uygulamalar, uzun vadede işe yaramadı. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın açıkladığı destek paketleri, enflasyon oranının çok altında kaldı. Çiftçiler, borçlarını ödeyemediği için üretimden çekildi. Diğer yandan, zincir marketler ve büyük gıda tedarikçileri üzerinde ciddi bir denetim yapılmıyor. Fiyat manipülasyonları, stokçuluk iddiaları gündemde yer almaya devam ediyor ancak etkili bir müdahale göremiyoruz.
Çözüm Önerileri ve Politika Alternatifleri
• Tarımda Yapısal Reformlar: Çiftçi desteklerinin artırılması ve uzun vadeli finansman programlarının devreye alınması. Tarımsal üretimde girdi sübvansiyonlarının artırılması ve modern sulama sistemlerinin yaygınlaştırılması. Tarımsal arazilerin sürekli bölünmesi, birim maliyetlerin yükselmesi ve verimliğin azalması.
• Enerji Politikalarında Dönüşüm: Tarımsal faaliyetlerde yenilenebilir enerji desteklerinin artırılması. Tarımsal sulamada elektrik sübvansiyonlarının yeniden düzenlenmesi.
• Pazar Denetimi ve Fiyat Regülasyonu: Zincir marketlerin fiyat artışlarının denetlenmesi. Kooperatif destekli doğrudan üretici-tüketici pazarlarının yaygınlaştırılması.
• İhracat Kotaları ve İç Pazar Önceliği: Temel gıda ürünlerinde ihracat kısıtlamalarıyla iç arz güvenliğinin sağlanması. İhracat gelirlerinin bir kısmının iç piyasayı dengelemek amacıyla kullanılması.
• Gelir Dağılımı ve Sosyal Destek Politikaları: Asgari ücretin açlık ve yoksulluk sınırına göre revize edilmesi. Sosyal yardımların artırılması ve kapsamlı gıda destek programlarının başlatılması.
Gıda Güvenliği, Gıdaya Erişim ve Gelecek Tehlikesi
Gıda enflasyonu yalnızca fiyatların artması anlamına gelmiyor. Bu, bir ülkenin gıda güvenliğinin tehlikeye girmesi demektir. İklim krizinin derinleştiği, su kaynaklarının azaldığı, tarım alanlarının daraldığı bir dünyada Türkiye, üretim gücünü kaybetmiş durumda. İthalata bağımlı hale gelen bir ülke, global krizlerde temel gıda ürünlerine ulaşmakta dahi zorlanabilir.
Daha önceki yazılarımda da yer verdiğim üzere; OECD ülkelerindeki 15 yaşındaki öğrencilerin %8’i, son 30 gün içinde yiyecek satın almak için yeterli paraları olmadığı için haftada en az bir gün yemek yemediklerini bildirdi. Gıda güvensizliği öğrencilerin yalnızca fiziksel sağlıklarını değil, aynı zamanda okul performanslarını, eğitim fırsatlarını ve genel yaşam kalitelerini de olumsuz yönde etkilemektedir. Son 30 gün içinde yiyecek satın almak için yeterli paraları olmadığı için haftada en az bir gün yemek yemediklerini bildiren 15 yaşındaki öğrencilerin yüzdesi en yüksek olan ülke Türkiye. Maalesef ülkemizde neredeyse 5 öğrenciden biri en az bir gün okuluna aç gitmek zorunda kalıyor.
Son Söz: Bu Sofrada Adalet Yok!
Son yıllarda Türkiye’de gıda fiyatlarındaki artış, hem üreticileri hem de tüketicileri zorlayan ciddi bir sorun haline gelmiştir. Küresel iklim değişikliği, tarımsal üretimde azalma, döviz kurlarındaki dalgalanmalar ve yüksek girdi maliyetleri, gıda enflasyonunun başlıca sebepleri arasında yer almaktadır.
Türkiye’nin 2025’inde halk, mutfağındaki yangını kendi çabasıyla söndürmeye çalışıyor. Sofralar boşalıyor, açlık sınırı giderek yükseliyor, ama hâlâ ekonomik başarı hikâyeleri anlatılıyor. Gerçek ise, pazarda filesini dolduramayan insanların, çocuklarına bir öğün fazla yediremeyen annelerin hikâyelerinde gizli. Eğer tencereler kaynamıyor ve sofralar dolmuyorsa, refah adil dağıtılmamış demektir.
Gıda fiyatlarındaki istikrarsızlık, dar ve orta gelirli kesimleri doğrudan etkileyerek alım gücünü düşürmekte, sağlıklı ve yeterli beslenmeyi zorlaştırmaktadır. Beslenme yetersizliği ve çocuklarda gelişim bozukluğu riski hızla artıyor. Bu nedenle, tarımsal üretimin desteklenmesi, lojistik süreçlerin iyileştirilmesi ve fiyat istikrarını sağlayacak politikaların hayata geçirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Türkiye’nin bu krizden çıkışı, halkı önceleyen, üretimi esas alan ve adil gelir dağılımını hedefleyen politikalar ve yapısal reformlarla mümkündür. Aksi halde, toplumun geniş kesimleri ekonomik sıkıntı yaşamaya devam edecek ve bu kriz daha da derinleşecek. Yeterli beslenemeyen çocuklar, eksilen öğünler, aç uyuyan milyonlar…
Tencereler kaynamıyorsa ve sofralar boşsa, sözde ekonomik başarı hikâyeleri kimin için yazılıyor?